Sepetim (0) Toplam: 0,00TL
İstanbul'un Ortodoks Esnafı

Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göreİstanbul'un Ortodoks Esnafı1833-1860

İndirimli Fiyat : 71,25TL
k-136
362282
İstanbul'un Ortodoks Esnafı
İstanbul'un Ortodoks Esnafı Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre 1833-1860
71.25
Aleksandros Paspatis
Çeviri : Marianna Yerasimos
Yayına Hazırlayan : Ali Özdamar
Aralık 2014
200 sayfa
İnsan ve Toplum  Dizisi 
ISBN : 978-605-105-138-3
 
İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin hekimi ve yöneticisi Aleksandros Paspatis (1814-1888), hastane kayıtlarına ve kendi gözlemlerine dayanarak 19. yüzyıl ortalarında iş bulmak için İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan Ortodoks “göçmen” işçilerin zor çalışma ve hayat koşullarını anlatıyor. Yazar, İstanbul Rum cemaatinin hastanelerini tanıttıktan ve İstanbul’un akıllara durgunluk veren kirliliği, rutubeti, sağlıksız mahalleleri hakkında bir “rapor” sunduktan sonra akrabalık ve hemşerilik ilişkilerine dayanarak İstanbul’a akın eden işçi ve zanaatkârları 47 esnaf koluna tasnif ederek tanıtıyor. Rumelili ve Anadolulu Rum değirmenciler, Karadağlı ve Hırvat taşçılar, Makedon ve Yanyalı duvarcılar, Bulgar abacılar, Sakızlı ve Arnavut ekmekçiler, Sakızlı ve Bulgar bahçıvanlar, Arnavut sütçü, yoğurtçu, aşçı, kasap ve ciğerciler, Maydoslu (Eceabat) ince doğramacılar, Anadolulu, “Karamanlı” yağcılar, meyhaneciler, bakkallar ve diğerleri… Anadolulu ve Rumelili Ortodoks esnafın uzmanlık alanlarına, bazılarının lonca örgütlenmelerine, Müslümanlarla ilişkilerine, sağlık sorunlarına ve ölüm sebeplerine ilk kez değinen bu çalışma henüz incelenmemiş gayrimüslim esnaf konusuna, dolayısıyla Osmanlı esnafının tarihine yeni boyutlar kazandırabilecek bir nitelik taşıyor. Ayrıca tıp tarihi açısından önemli bilgiler ve istatistikî veriler sunuyor.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
 
Celal Üster
Cumhuriyet Gazetesi
25 Aralık 2014
 
 
YERYÜZÜ KİTAPLIĞI                                 
Charles Dickens romanı gibi
 
Çağatay Anadol’un yayın yönetmenliğindeki Kitap Yayınevi, yakın ve uzak geçmişe, geçmişimize çok değişik alanlardan ve açılardan ışık tutan kitaplarına bir yenisini ekledi: İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin hekimi ve yöneticisi Aleksandros Paspatis’in (1814-1888) “Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul Rum Esnafı, 1833-1860)” adlı çalışması.
Marianna Yerasimos’un çeviri ve notlarıyla Ali Özdamar’ın yayına hazırladığı kitapta, Paspatis, Yerasimos’un deyişiyle, gerçekten büyük bir dürüstlükle, güzellemelere ve gereksiz övgülere yer vermeden 1830-1860 arasında Balıklı Rum Hastanesi’nin, Rum cemaatinin, İstanbul’un ve Ortodoks esnafın durumunu gözler önüne seriyor. Üstelik, cemaatin ve işverenlerin acımasızlığına, ilgisizliğine karşı eleştirel bir dil kullanarak…
Yerasimos, Paspatis’in yapıtının, toplumsal bir eleştiri içeren ve belki de tıp alanında istatistiklere yer veren ilk bilimsel çalışma olduğunu vurgularken, incelemenin günümüz okurunu en fazla ilgilendirecek bölümünün İstanbul’daki Ortodoks esnafla ilgili olanı olduğunu belirtmeden de edemiyor.
O yüzden, metnin bütünlüğünü bozmamak, cemaatin sorunlarıyla, sıkça tekrarlanan sokak tasvirleriyle ya da artık hükmü kalmamış tıbbi tartışmalarla okuru yormamak amacıyla, esnaf tasvirleri dışındaki bölümler kısaltılarak çevrilmiş. Kısaltılan bölümler dipnotlarda belirtilirken, çıkartılan kısımlar da özetlenerek italikle sunulmuş okuyucuya.
Yerasimos’un “Ortodoks” sözcüğüne getirdiği açıklık da okur açısından önemli. “Balkanlar ve Makedonya’daki Ortodoks Hıristiyanlar İstanbul’daki Patrikhanenin yetkisi altındaydı ve Osmanlı idaresinin dine dayalı millet sistemi uyarınca Bulgar, Arnavut, Hırvat, Karadağlı, tüm diğer Slavlar ve de Makedonlar Rum Ortodoks milletine mensup sayılırlardı” diyor Yerasimos. “İş bulmak için akın akın İstanbul’a gelen bütün bu insanlar şehrin Ortodoks esnafını oluşturur ve hastalandığında Rum milletinin hastanesinde tedavi görürlerdi…”
Bugün, Balkanlar’dan değil Anadolu’dan gelen göçlerle, uzun yıllardır sürüp giden çarpık kentleşmeyle, özellikle son yıllarda büyük rantlar uğrunda gerçekleştirilen kentin doğasına aykırı yapılaşmayla tam bir kargaşaya dönüşen İstanbul’da doğup büyümüş bir yurttaş olarak, kitabın en çok ilgimi çeken bölümü “İstanbul” başlığını taşıyan Üçüncü Bölüm oldu.
“Bu muhteşem ve kalabalık şehir hakkında, yabancıların ve bizimkilerin kaleme aldığı pek çok ayrıntılı tasvir var…” diyor Paspatis. “Şehri ilk kez ziyaret eden herkes büyüleniyor, uzun süre burada yaşayanlar bile şehrin bunca güzelliğine tekrar tekrar hayran kalıyor…”
Ne ki, Paspatis, amacının bir seyyah ya da bir yabancı gibi İstanbul’un latif iklimini, sakinlerinin serin Boğaziçi kıyılarındaki yalılarını betimlemek olmadığını söylüyor:
“Benim maksadım İstanbul’u olduğu gibi tasvir etmektir. Çamurla sıvanmış sokaklarını; kötü kokan suyollarını; her taraftan yayılan sağlıksız havasını; taşradan ve yabancı memleketlerden şehre ticaret ve ekmek parası için gelenlerin yaşadığı, hastalanıp sefalet içinde vefat ettiği boğucu ve loş hanlarını tasvir edeceğim…”
Hastanenin kayıtları ve gözlemlerinden yola çıkan Paspatis, ısrarla vurguladığı gibi, İstanbul’un gerçek yüzünü anlatmayı seçiyor:
“Bu ilahi şehrin letafeti ve güzellikleri gönlümüzü şad eder. Boğaz’ın hoşluğunu, sularının berraklığını överken, Kasımpaşa’nın dereleri, Balat’ın kokuşmuş lağımları hakkında konuşmayı unuturuz. İstanbul’un ikliminden sitayişle bahsederken bu büyük şehirde her yıl rutubetten, güneş görmeyen loş sokakların pisliğinden, sokaklara atılan hastalık kaynağı süprüntülerden kaç kişinin, arkasından bir dua okunmadan, bir ağıt yakılmadan göçüp gittiğini de unutuyoruz…”
Evet, “İstanbul’un Ortodoks Esnafı”, Paspatis’in, hem gerçek hastane kayıtlarına hem de kişisel gözlemlerine dayanarak ortaya koyduğu bir “19. yüzyıl İstanbul betimlemesi”. Kuşkusuz, iş bulmak için İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan Ortodoks işçilerin içine düştükleri zor çalışma ortamından ve acımasız yaşam koşullarından yola çıkarak…
Kitabı okurken, 19. yüzyıl ortalarında İstanbul’da yaşamaya ve geçinmeye çalışan etnik gruplar ve mesleklerinin çeşitliliğine de tanık oluyoruz:
Rumelili ve Anadolu Rum değirmenciler; Karadağlı ve Hırvat taşçılar; Makedon ve Yanyalı duvarcılar; Bulgar abacıler; Sakızlı ve Arnavut ekmekçiler; Sakızlı ve Bulgar bahçıvanlar; Arnavut sütçü, yoğurtçu, aşçı, kasap ve ciğerciler; Maydoslu (Eceabat) ince doğramacılar; Anadolulu, “Karamanlı” yağcılar, meyhaneciler, bakkallar…
“İstanbul’un Ortodoks Esnafı”, çok farklı açılardan okuma olanağı sunan bir çalışma. Anadolulu ve Rumelili Ortodoks esnafın uzmanlık alanları, lonca örgütlenmeleri, Müslümanlarla ilişkileri, sağlık sorunları ve ölüm nedenlerine de ışık tutuyor; henüz incelenmemiş gayrimüslim esnaf konusuna, dolayısıyla Osmanlı esnafının tarihine de… Dahası, tıp tarihi açısından azımsanmayacak bilgiler ve istatistiki veriler de sunuyor.
Sunduğu bir şey daha var: Yüz elli yıldan fazla bir süre öncesinin İstanbul’u ile bugünün İstanbul’unu karşılaştırma olanağı…
Aradan geçen onca zamanda, kuşkusuz, çok şey değişti, gelişti; ama açgözlülüğün önlenemez hoyratlığı, İstanbul’u yiyip bitirmeye devam etmiyor mu? Bu yaşlı kentin direnmeyi sürdürmesine karşın…     
 
MÜREKKEBİ KURUMADAN
 
Yoksulluğun kasvetli yüzü
 
“Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul’un Ortodoks Esnafı, 1833-1860” adlı kitabı Türkçeleştiren ve kitaba aydınlatıcı notlar düşen Marianna Yerasimos, baştaki Sunuş’unda, gerek Aleksandros Paspatis, gerek bu değerli çalışmayla ilgili önemli bilgiler veriyor.
Yerasimos’un Sunuş’undan aktarıyorum:
“Aleksandros Paspatis geniş Türk okur kitlesi için yabancı bir isimdir. Adını duymuş olanların çoğu da, 1877’de İstanbul’da basılan ve Bizans dönemi İstanbul’unun tarihi ve topografyası hakkındaki ‘Bizantine Meleke; Topografike ke İstorike’ adlı kitabından dolayı onu ‘bizantinolog’ ve tarihçi olarak bilir. 
Oysa o Osmanlı dünyasının önemli hekimlerinden biridir ve İstanbul’da kırk yıl boyunca (1840-1882) hekim olarak hizmet etmesinin yanı sıra tıp, tarih, arkeoloji, dilbilim gibi birçok alanda eser vermiş çok yönlü ve araştırmacı bir kişiliğe sahip bir yazardır. (…)
Paspatis bu kitapta, Avrupalılaşmayla değişen zevk ve âdetlerle eski mesleklerin birçoğunun yok olduğu, Avrupa’dan ithal edilen malların rekabetine dayanamayan esnafın iflas ettiği ya da meslyek değiştirdiği bir dönemde, imparatorluğun dört bir yanından, hatta bağımsızlığını kazanmış olan Yunanistan’dan İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan ‘yoksulluk mağduru’ göçmen Ortodoks işçi ve zanaatkârın hayatını anlatıyor.
Peki, toplumun ve ekonominin bu dönüm noktasında Müslüman zanaatkârların durumu farklı mıydı? Paspatis bu konuya değinmiyor; değinmesi de mümkün değildi, zira kullandığı kaynaklar Rum cemaat hastanesinin kayıt defterleridir ve ‘hastaların tümü Doğu Ortodoks Kilisesi’nin evladı’dır.
Ne var ki İstanbul’daki Müslüman küçük esnafın, işçilerin —hele göçmenlerin— daha iyi durumda olduğunu düşündürecek en ufak bir neden olmadığına göre, yazarın gözlemlerinin her dinden esnaf için geçerli olduğunu düşünebiliriz.
Hıristiyan ya da Müslüman Arnavut simitçinin farklı hayatlar sürdüklerini kim söyleyebilir ki? Hapishanede yatan bir çoban Bulgar, Türk ya da Rum olsa ne fark edecekti? Bu insanların bulaşıcı bir hastalığa yakalanma ihtimali artacak ya da azalacak mıydı?
Papatis’in metni aslında 1830-1860 arasında İstanbul’un, her dinden ve milletten esnafının sefaletini ve yoksulluğun kasvetli yüzünü sergiliyor. Tablolarla ve ölüm yüzdeleriyle dolu bu metin, yazarın olanca çıplaklığıyla tasvir  ettiği hayatlar, kimi zaman Charles Dickens’in romanlarını hatırlatıyor!” 
 
 

Kansu Şarman

Radikal Gazetesi

9 Ocak 2015

Seyyahların göremediği İstanbul

İstanbul hakkında son dönemde yayımlanan en çarpıcı kitaplardan biri ile karşı karşıyayız. Paspatis, Rumeli ve Anadolu’dan başkente göçen esnafın şaşırtıcı yaşam koşullarını naklediyor.

Kitap Yayınevi, 19. yüzyılın tam ortasında İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nde hekimlik ve yöneticilik yapan Aleksandros Paspatis’in Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul Ortodoks Esnafı, 1833-1860 adlı çalışmasını yayımladı. Marianna Yerasimos’un çeviri ve notlarıyla Ali Özdamar’ın yayıma hazırladığı kitap bugüne kadar okuduklarımızdan çok farklı bir İstanbul panoramasını ortaya koyuyor.

Marianna Yerasimos’un sunuş yazısında Charles Dickens romanlarına benzettiği, Victoria dönemi İngilteresi’ni andıran tasvirler, yüzyıllar içinde İstanbul’a gelen oryantalist seyyahların anlatılarına girmeyen sokak ve mahallelerinden çarpıcı izlenimleri içeriyor. Paspatis 1830-1860 arasında, hekimlik mesleği ve Balıklı Rum Hastanesi’ndeki görevi nedeniyle tedaviye gelen Ortodoks esnafla konuşarak ve kendi izlenimlerini de katarak hem istatistiklerle dönemin sağlık koşullarının, salgın hastalıklarının portresini veriyor, hem de hastalardan aldığı bilgilerle Osmanlı başkentinde ticaret hayatının bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Kitap aynı zamanda Kırım Savaşı yıllarını da içeren dönemde Rumeli ve Anadolu’dan çalışmak için İstanbul’a gelen Ortodoks tebaanın güçlüklerle dolu yaşam şartlarını ve “büyük şehre göç” diyebildiğimiz hareketin yüz elli yıl önceki ilk izlerini gösteriyor.

Kitabı hangi amaçla yazdığı konusunda en çıplak ve net açıklama yine Paspatis’in kendi satırlarından: “Maksadım bir seyyah ya da bir yabancı gibi İstanbul’un latif iklimini, sakinlerinin serin Boğaziçi kıyılarındaki yalılarını tasvir etmek değil. Prens Adaları’nın letafetini ve hastalara şifa veren deniz abuhavasını methetmeyeceğim. Bizans harabelerini, Osmanlı padişahlarının muhteşem camilerini ya da cansız, lakin evvel zaman hükümdarlarının ıstıraplarına ağıt yakan viran surlarını da methetmeyeceğim. Büyük ve emniyetli limanını, sayısız vapurlarını ve uluslararası ticaretini de anlatmayacağım. Bunları benden evvel başkaları yeterince anlattı. Benin maksadım İstanbul’u olduğu gibi tasvir etmektir. Çamurla sıvanmış sokaklarını; kötü kokan suyollarını; her taraftan yayılan sağlıksız havasını; taşradan ve yabancı memleketlerden şehre ticaret ve ekmek parası için gelenlerin yaşadığı, hastalanıp sefalet içinde vefat ettiği boğucu ve loş hanlarını tasvir edeceğim. Eğer bu işe girişiyorsam, İstanbul’dan bihaber olanların, halkın bu konudaki kayıtsızlığını bilmeden, bu devasa şehrin akıl almaz pisliği ve kötü kokusu hakkında yazdıklarımı okumadan hastaneye dair gözlemlerime asla akıl erdiremeyeceği içindir.”

Marianna Yerasimos’un dikkat çektiği noktalar arasında Paspatis’in sağlık için alınan önlemler hakkında Avrupa şehirleriyle İstanbul’u karşılaştırması da var: “Yazar temiz, havadar ortamların bulaşıcı hastalıkların gerilemesindeki etkisini belirttikten sonra şehrin Müslüman mahalleleriyle gayrimüslim mahallelerini mukayese ediyor: Hıristiyanlar Müslümanlara ait arazileri satın alamadıklarından, Hıristiyan mahallelerinin çoğunlukla sıkışık, boğucu, güneşsiz, pis ve rutubetli, dolayısıyla sağlıksız, oysa daha ferah ve aydınlık olan Müslüman mahallelerinin daha sağlıklı olduğunu açıklıyor. Bu nedenle, dini gerekçelerle mahalleler genellikle ayrı olduğu halde, tertipli Müslüman mahallelerinde çalışan ve yaşayan bakkal, sütçü-muhallebici, bahçıvan, fırıncı gibi kimi Hıristiyan esnafın diğer bölgelerde yaşayan meslektaş ya da dindaşlarına göre daha sağlıklı olduklarını belirtiyor.”

Sözü daha fazla uzatmadan, kitabın Ortodoks esnafların özelliklerinin anlatıldığı satırlarında gezinmeye başlayalım. Kimler var Paspatis’in esnafları arasında? Rumeli’den, Anadolu’dan, Adalar’dan, Yediadalar’dan, Yunanistan’dan kahveciler, değirmenciler, çerçiler, küfeciler, sakalar, taşçılar, meyhaneciler, ekmekçiler, balıkçılar, aşçılar, kasaplar, zerzevatçılar, salepçiler ve artık ne ismi kalan ne de sanatı icra edilen onlarca meslek erbabı…
 

Örneğin Karadağlı taşçılar: “Yerin dibini kazmak onların en sevdiği meşgaledir. Karadağlı kazar ve türkü söyler; terleyince bağrını poyrazın esintisine açar ve serinler, fakat geceleri havasız, sakil mekânlarda uyur. Kazmanın yanı sıra keskin bıçak, çoğu zaman tabanca da taşır. Kolay kazanç sağlayacak iş yokluğunda pusu kurar, gece soygunları planlar, para yüzünden hakaret eder, öç almaya amadedir. Bu nevi âdemler her daim Zaptiye Nezareti’nin zindanlarını doldurur.”

Kırmızı yanaklı “göbekli” kasaplar: “Bu meslek dindaşlarımızın (Ortodokslar) ve Müslümanların elindedir. Müslüman kasaplar çoğunlukla Anadoluludur. Sığır eti satan kasap dükkânlarının tümünü onlar çalıştırır. Sığırlar, hastalıktan ya da yaşlılıktan dolayı çalışamaz hale geldiklerinde mezbahaya gönderilir. Bu yüzden İstanbul sakinleri sığır etini beğenmez. Ekseri kasap dükkânı aynı zamanda mezbahadır. Dükkânın arkasındaki küçük avluda koyunlar beslenir. Kasaplar asla sokakta et satmazlar. Kendileri gibi Arnavut olan ortakları sabahları sokaklarda dolaşıp baş, karaciğer, akciğer ve dalak satarlar. Çoğu kasap güçlü kuvvetli, kırmızı yanaklı, ağır külhanbeyi yürüyüşlü adamlardır. Nadiren ve ancak meslekte uzun yıllar çalıştıktan sonra, Avrupa’daki çoğu meslektaşları gibi göbek bağlarlar.”

Son olarak meyhanecilerden bahsedip sonrasını mutlaka kitaptan okumanızı tavsiye ederek bitirelim. “Büyük meyhanelere Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri dışında asla ruhsat verilmezdi. Devlet meyhaneci esnafının çalışmalarına nezaret eden Müslüman bir kethüda tayin ederdi. Ne zaman rical-i devletten biri meyhanenin önünden geçse, meyhanenin kapıları kapatılır, içerde zevk ü sefa edenler susar, ses soluk kesilirdi. Bu âdetin hilafına hareket edenler cezalandırılırdı. Bütün meyhanelerin kapıcıları vardı. Çoğu mizaç bakımından neşeli, şakacı ayrıca şarapsever ve ayyaşlıkta müşterilerle rekabet eden kapıcılar bir yandan yoldan geçenleri kaba saba şakalarla içeriye buyur ederken, öte yandan içerdekileri de edepsiz el kol hareketleri ve edebe mugayir hikâyelerle eğlendirirlerdi.”

Hem hekim hem kahveci
Aynı zamanda hekimlik de yapan kahveciler: “Kahveci ekseriyetle hem berber hem hacamatçı, hem de dişçidir. Kocaman şırıngalar, sülük dolu şişeler, kapısında asılı dişlerden mamul süsler kişinin maharetinin alametleridir. Kahve satışından daha kârlı olan bu işin cazibesine kapılanlar kendilerini cerrah, hekim ilan edip kahve müdavimlerini, ahbap ve komşularını tedavi ederler. Alaylı hekimlerden bazıları zamanla işten el çektiler, dükkânlarını kapattılar veya sattılar. Böylece herkese zarar veren suiistimaller de azalmış oldu.”

Aleksandros Paspatis kimdir? 
Aleksandros Paspatis 1814’te Sakız’da doğdu. 1822’de Sakız ayaklanmasının bastırılması sırasında Osmanlılar tarafından esir alındı ve İzmir esir pazarında satışa çıkarıldı. Annesi tarafından satın alınarak kurtarıldı. Daha sonra bir yetim öksüz kafilesiyle Amerika’ya gönderildi ve Amerikalı bir aile tarafından evlat edinildi. Yüksek öğrenimini Massachusetts’teki Amherst College’de yaptı. 1831’de kolejden mezun olunca Pisa ve Paris üniversitelerinde tıp okudu ve 1840’ta İstanbul’a yerleşti. İstanbul’daki ilk görevi, bugün Balıklı Rum Hastanesi olarak bilinen, dönemin Yedikule Rum Hastanesi’nde cerrahi ve patoloji klinik şefliğiydi. Ardından 1851’den 1856’ya kadar hastanenin yöneticilik görevini üstlendi. Paspatis 1882’de Atina’ya yerleşti, 1891 yılında vefat edinceye kadar Yunan sağlık kurumlarında çeşitli görevlerde bulundu. 1877’de İstanbul’da basılan ve Bizans dönemi İstanbul’unun tarihi ve topografyası hakkındaki Bizantine Melete; Topografike ke İstorike adlı kitabından dolayı “bizantinolog” ve tarihçi olarak bilinir. Osmanlı dünyasının önemli hekimlerinden biridir ve İstanbul’da kırk yıl boyunca (1840–1882) hekim olarak hizmet etmesinin yanı sıra tıp, tarih, arkeoloji, dilbilim gibi birçok alanda eser vermiş çokyönlü ve araştırmacı bir kişiliğe sahip bir yazardır. (Marianna Yerasimos’un sunuş yazısından) 

Rum milletinin hastanesi: Balıklı
Mariana Yerasimos, Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin yapılışına ve imparatorluk topraklarında yaşayan Ortodokslar için önemine ve Kırım Savaşı (1854-56) yıllarında hastanenin faaliyetlerine ilişkin de şu bilgileri aktarıyor: “Metnin kaleme alındığı tarihte Balkanlar ve Makedonya’daki Ortodoks Hıristiyanlar İstanbul’daki Patrikhanenin yetkisi altındaydı ve Osmanlı idaresinin dine dayalı millet sistemi uyarınca Bulgar, Arnavut, Hırvat, Karadağlı, tüm diğer Slavlar ve de Makedonlar Rum Ortodoks milletine mensup sayılırlardı. İş bulmak için akın akın İstanbul’a gelen bütün bu insanlar şehrin Ortodoks esnafını oluşturur ve hastalandığında Rum milletinin hastanesinde tedavi görürlerdi. (…)Yedikule’deki Rum Hastanesi’nin inşaatı 24 Temmuz 1836’da (1834 ve 1836’daki büyük veba salgının sona ermesinden sonra) başladı ve 1838’in sonlarına doğru bitti. Hastalar 14 Şubat 1839’da Galata Hastanesi’nden nakledildi. (Bundan önce yine Yedikule’de Rum Ortodoksların 1753’te ahşap olarak inşa edilmiş ve 1793’te yeniden yaptırılmış bir veba hastanesi bulunuyordu.) Kırım Savaşı sona erdiğinde Üsküdar İngiliz Askeri Hastanesi’nden özellikle dizanteri hastaları için önemli ve kullanışlı olan çok sayıda demir karyola satın alındı. Savaş esnasında baş gösteren kolera salgınına ve yiyecek sıkıntısına rağmen hastane sayısız hastanın tedavisini üstlendi.

  • Açıklama
    • Aleksandros Paspatis
      Çeviri : Marianna Yerasimos
      Yayına Hazırlayan : Ali Özdamar
      Aralık 2014
      200 sayfa
      İnsan ve Toplum  Dizisi 
      ISBN : 978-605-105-138-3
       
      İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin hekimi ve yöneticisi Aleksandros Paspatis (1814-1888), hastane kayıtlarına ve kendi gözlemlerine dayanarak 19. yüzyıl ortalarında iş bulmak için İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan Ortodoks “göçmen” işçilerin zor çalışma ve hayat koşullarını anlatıyor. Yazar, İstanbul Rum cemaatinin hastanelerini tanıttıktan ve İstanbul’un akıllara durgunluk veren kirliliği, rutubeti, sağlıksız mahalleleri hakkında bir “rapor” sunduktan sonra akrabalık ve hemşerilik ilişkilerine dayanarak İstanbul’a akın eden işçi ve zanaatkârları 47 esnaf koluna tasnif ederek tanıtıyor. Rumelili ve Anadolulu Rum değirmenciler, Karadağlı ve Hırvat taşçılar, Makedon ve Yanyalı duvarcılar, Bulgar abacılar, Sakızlı ve Arnavut ekmekçiler, Sakızlı ve Bulgar bahçıvanlar, Arnavut sütçü, yoğurtçu, aşçı, kasap ve ciğerciler, Maydoslu (Eceabat) ince doğramacılar, Anadolulu, “Karamanlı” yağcılar, meyhaneciler, bakkallar ve diğerleri… Anadolulu ve Rumelili Ortodoks esnafın uzmanlık alanlarına, bazılarının lonca örgütlenmelerine, Müslümanlarla ilişkilerine, sağlık sorunlarına ve ölüm sebeplerine ilk kez değinen bu çalışma henüz incelenmemiş gayrimüslim esnaf konusuna, dolayısıyla Osmanlı esnafının tarihine yeni boyutlar kazandırabilecek bir nitelik taşıyor. Ayrıca tıp tarihi açısından önemli bilgiler ve istatistikî veriler sunuyor.
      ---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
       
      Celal Üster
      Cumhuriyet Gazetesi
      25 Aralık 2014
       
       
      YERYÜZÜ KİTAPLIĞI                                 
      Charles Dickens romanı gibi
       
      Çağatay Anadol’un yayın yönetmenliğindeki Kitap Yayınevi, yakın ve uzak geçmişe, geçmişimize çok değişik alanlardan ve açılardan ışık tutan kitaplarına bir yenisini ekledi: İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin hekimi ve yöneticisi Aleksandros Paspatis’in (1814-1888) “Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul Rum Esnafı, 1833-1860)” adlı çalışması.
      Marianna Yerasimos’un çeviri ve notlarıyla Ali Özdamar’ın yayına hazırladığı kitapta, Paspatis, Yerasimos’un deyişiyle, gerçekten büyük bir dürüstlükle, güzellemelere ve gereksiz övgülere yer vermeden 1830-1860 arasında Balıklı Rum Hastanesi’nin, Rum cemaatinin, İstanbul’un ve Ortodoks esnafın durumunu gözler önüne seriyor. Üstelik, cemaatin ve işverenlerin acımasızlığına, ilgisizliğine karşı eleştirel bir dil kullanarak…
      Yerasimos, Paspatis’in yapıtının, toplumsal bir eleştiri içeren ve belki de tıp alanında istatistiklere yer veren ilk bilimsel çalışma olduğunu vurgularken, incelemenin günümüz okurunu en fazla ilgilendirecek bölümünün İstanbul’daki Ortodoks esnafla ilgili olanı olduğunu belirtmeden de edemiyor.
      O yüzden, metnin bütünlüğünü bozmamak, cemaatin sorunlarıyla, sıkça tekrarlanan sokak tasvirleriyle ya da artık hükmü kalmamış tıbbi tartışmalarla okuru yormamak amacıyla, esnaf tasvirleri dışındaki bölümler kısaltılarak çevrilmiş. Kısaltılan bölümler dipnotlarda belirtilirken, çıkartılan kısımlar da özetlenerek italikle sunulmuş okuyucuya.
      Yerasimos’un “Ortodoks” sözcüğüne getirdiği açıklık da okur açısından önemli. “Balkanlar ve Makedonya’daki Ortodoks Hıristiyanlar İstanbul’daki Patrikhanenin yetkisi altındaydı ve Osmanlı idaresinin dine dayalı millet sistemi uyarınca Bulgar, Arnavut, Hırvat, Karadağlı, tüm diğer Slavlar ve de Makedonlar Rum Ortodoks milletine mensup sayılırlardı” diyor Yerasimos. “İş bulmak için akın akın İstanbul’a gelen bütün bu insanlar şehrin Ortodoks esnafını oluşturur ve hastalandığında Rum milletinin hastanesinde tedavi görürlerdi…”
      Bugün, Balkanlar’dan değil Anadolu’dan gelen göçlerle, uzun yıllardır sürüp giden çarpık kentleşmeyle, özellikle son yıllarda büyük rantlar uğrunda gerçekleştirilen kentin doğasına aykırı yapılaşmayla tam bir kargaşaya dönüşen İstanbul’da doğup büyümüş bir yurttaş olarak, kitabın en çok ilgimi çeken bölümü “İstanbul” başlığını taşıyan Üçüncü Bölüm oldu.
      “Bu muhteşem ve kalabalık şehir hakkında, yabancıların ve bizimkilerin kaleme aldığı pek çok ayrıntılı tasvir var…” diyor Paspatis. “Şehri ilk kez ziyaret eden herkes büyüleniyor, uzun süre burada yaşayanlar bile şehrin bunca güzelliğine tekrar tekrar hayran kalıyor…”
      Ne ki, Paspatis, amacının bir seyyah ya da bir yabancı gibi İstanbul’un latif iklimini, sakinlerinin serin Boğaziçi kıyılarındaki yalılarını betimlemek olmadığını söylüyor:
      “Benim maksadım İstanbul’u olduğu gibi tasvir etmektir. Çamurla sıvanmış sokaklarını; kötü kokan suyollarını; her taraftan yayılan sağlıksız havasını; taşradan ve yabancı memleketlerden şehre ticaret ve ekmek parası için gelenlerin yaşadığı, hastalanıp sefalet içinde vefat ettiği boğucu ve loş hanlarını tasvir edeceğim…”
      Hastanenin kayıtları ve gözlemlerinden yola çıkan Paspatis, ısrarla vurguladığı gibi, İstanbul’un gerçek yüzünü anlatmayı seçiyor:
      “Bu ilahi şehrin letafeti ve güzellikleri gönlümüzü şad eder. Boğaz’ın hoşluğunu, sularının berraklığını överken, Kasımpaşa’nın dereleri, Balat’ın kokuşmuş lağımları hakkında konuşmayı unuturuz. İstanbul’un ikliminden sitayişle bahsederken bu büyük şehirde her yıl rutubetten, güneş görmeyen loş sokakların pisliğinden, sokaklara atılan hastalık kaynağı süprüntülerden kaç kişinin, arkasından bir dua okunmadan, bir ağıt yakılmadan göçüp gittiğini de unutuyoruz…”
      Evet, “İstanbul’un Ortodoks Esnafı”, Paspatis’in, hem gerçek hastane kayıtlarına hem de kişisel gözlemlerine dayanarak ortaya koyduğu bir “19. yüzyıl İstanbul betimlemesi”. Kuşkusuz, iş bulmak için İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan Ortodoks işçilerin içine düştükleri zor çalışma ortamından ve acımasız yaşam koşullarından yola çıkarak…
      Kitabı okurken, 19. yüzyıl ortalarında İstanbul’da yaşamaya ve geçinmeye çalışan etnik gruplar ve mesleklerinin çeşitliliğine de tanık oluyoruz:
      Rumelili ve Anadolu Rum değirmenciler; Karadağlı ve Hırvat taşçılar; Makedon ve Yanyalı duvarcılar; Bulgar abacıler; Sakızlı ve Arnavut ekmekçiler; Sakızlı ve Bulgar bahçıvanlar; Arnavut sütçü, yoğurtçu, aşçı, kasap ve ciğerciler; Maydoslu (Eceabat) ince doğramacılar; Anadolulu, “Karamanlı” yağcılar, meyhaneciler, bakkallar…
      “İstanbul’un Ortodoks Esnafı”, çok farklı açılardan okuma olanağı sunan bir çalışma. Anadolulu ve Rumelili Ortodoks esnafın uzmanlık alanları, lonca örgütlenmeleri, Müslümanlarla ilişkileri, sağlık sorunları ve ölüm nedenlerine de ışık tutuyor; henüz incelenmemiş gayrimüslim esnaf konusuna, dolayısıyla Osmanlı esnafının tarihine de… Dahası, tıp tarihi açısından azımsanmayacak bilgiler ve istatistiki veriler de sunuyor.
      Sunduğu bir şey daha var: Yüz elli yıldan fazla bir süre öncesinin İstanbul’u ile bugünün İstanbul’unu karşılaştırma olanağı…
      Aradan geçen onca zamanda, kuşkusuz, çok şey değişti, gelişti; ama açgözlülüğün önlenemez hoyratlığı, İstanbul’u yiyip bitirmeye devam etmiyor mu? Bu yaşlı kentin direnmeyi sürdürmesine karşın…     
       
      MÜREKKEBİ KURUMADAN
       
      Yoksulluğun kasvetli yüzü
       
      “Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul’un Ortodoks Esnafı, 1833-1860” adlı kitabı Türkçeleştiren ve kitaba aydınlatıcı notlar düşen Marianna Yerasimos, baştaki Sunuş’unda, gerek Aleksandros Paspatis, gerek bu değerli çalışmayla ilgili önemli bilgiler veriyor.
      Yerasimos’un Sunuş’undan aktarıyorum:
      “Aleksandros Paspatis geniş Türk okur kitlesi için yabancı bir isimdir. Adını duymuş olanların çoğu da, 1877’de İstanbul’da basılan ve Bizans dönemi İstanbul’unun tarihi ve topografyası hakkındaki ‘Bizantine Meleke; Topografike ke İstorike’ adlı kitabından dolayı onu ‘bizantinolog’ ve tarihçi olarak bilir. 
      Oysa o Osmanlı dünyasının önemli hekimlerinden biridir ve İstanbul’da kırk yıl boyunca (1840-1882) hekim olarak hizmet etmesinin yanı sıra tıp, tarih, arkeoloji, dilbilim gibi birçok alanda eser vermiş çok yönlü ve araştırmacı bir kişiliğe sahip bir yazardır. (…)
      Paspatis bu kitapta, Avrupalılaşmayla değişen zevk ve âdetlerle eski mesleklerin birçoğunun yok olduğu, Avrupa’dan ithal edilen malların rekabetine dayanamayan esnafın iflas ettiği ya da meslyek değiştirdiği bir dönemde, imparatorluğun dört bir yanından, hatta bağımsızlığını kazanmış olan Yunanistan’dan İstanbul’a gelen çeşitli etnik gruplardan ‘yoksulluk mağduru’ göçmen Ortodoks işçi ve zanaatkârın hayatını anlatıyor.
      Peki, toplumun ve ekonominin bu dönüm noktasında Müslüman zanaatkârların durumu farklı mıydı? Paspatis bu konuya değinmiyor; değinmesi de mümkün değildi, zira kullandığı kaynaklar Rum cemaat hastanesinin kayıt defterleridir ve ‘hastaların tümü Doğu Ortodoks Kilisesi’nin evladı’dır.
      Ne var ki İstanbul’daki Müslüman küçük esnafın, işçilerin —hele göçmenlerin— daha iyi durumda olduğunu düşündürecek en ufak bir neden olmadığına göre, yazarın gözlemlerinin her dinden esnaf için geçerli olduğunu düşünebiliriz.
      Hıristiyan ya da Müslüman Arnavut simitçinin farklı hayatlar sürdüklerini kim söyleyebilir ki? Hapishanede yatan bir çoban Bulgar, Türk ya da Rum olsa ne fark edecekti? Bu insanların bulaşıcı bir hastalığa yakalanma ihtimali artacak ya da azalacak mıydı?
      Papatis’in metni aslında 1830-1860 arasında İstanbul’un, her dinden ve milletten esnafının sefaletini ve yoksulluğun kasvetli yüzünü sergiliyor. Tablolarla ve ölüm yüzdeleriyle dolu bu metin, yazarın olanca çıplaklığıyla tasvir  ettiği hayatlar, kimi zaman Charles Dickens’in romanlarını hatırlatıyor!” 
       
       

      Kansu Şarman

      Radikal Gazetesi

      9 Ocak 2015

      Seyyahların göremediği İstanbul

      İstanbul hakkında son dönemde yayımlanan en çarpıcı kitaplardan biri ile karşı karşıyayız. Paspatis, Rumeli ve Anadolu’dan başkente göçen esnafın şaşırtıcı yaşam koşullarını naklediyor.

      Kitap Yayınevi, 19. yüzyılın tam ortasında İstanbul Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nde hekimlik ve yöneticilik yapan Aleksandros Paspatis’in Balıklı Rum Hastanesi Kayıtlarına Göre İstanbul Ortodoks Esnafı, 1833-1860 adlı çalışmasını yayımladı. Marianna Yerasimos’un çeviri ve notlarıyla Ali Özdamar’ın yayıma hazırladığı kitap bugüne kadar okuduklarımızdan çok farklı bir İstanbul panoramasını ortaya koyuyor.

      Marianna Yerasimos’un sunuş yazısında Charles Dickens romanlarına benzettiği, Victoria dönemi İngilteresi’ni andıran tasvirler, yüzyıllar içinde İstanbul’a gelen oryantalist seyyahların anlatılarına girmeyen sokak ve mahallelerinden çarpıcı izlenimleri içeriyor. Paspatis 1830-1860 arasında, hekimlik mesleği ve Balıklı Rum Hastanesi’ndeki görevi nedeniyle tedaviye gelen Ortodoks esnafla konuşarak ve kendi izlenimlerini de katarak hem istatistiklerle dönemin sağlık koşullarının, salgın hastalıklarının portresini veriyor, hem de hastalardan aldığı bilgilerle Osmanlı başkentinde ticaret hayatının bilinmeyenlerine ışık tutuyor. Kitap aynı zamanda Kırım Savaşı yıllarını da içeren dönemde Rumeli ve Anadolu’dan çalışmak için İstanbul’a gelen Ortodoks tebaanın güçlüklerle dolu yaşam şartlarını ve “büyük şehre göç” diyebildiğimiz hareketin yüz elli yıl önceki ilk izlerini gösteriyor.

      Kitabı hangi amaçla yazdığı konusunda en çıplak ve net açıklama yine Paspatis’in kendi satırlarından: “Maksadım bir seyyah ya da bir yabancı gibi İstanbul’un latif iklimini, sakinlerinin serin Boğaziçi kıyılarındaki yalılarını tasvir etmek değil. Prens Adaları’nın letafetini ve hastalara şifa veren deniz abuhavasını methetmeyeceğim. Bizans harabelerini, Osmanlı padişahlarının muhteşem camilerini ya da cansız, lakin evvel zaman hükümdarlarının ıstıraplarına ağıt yakan viran surlarını da methetmeyeceğim. Büyük ve emniyetli limanını, sayısız vapurlarını ve uluslararası ticaretini de anlatmayacağım. Bunları benden evvel başkaları yeterince anlattı. Benin maksadım İstanbul’u olduğu gibi tasvir etmektir. Çamurla sıvanmış sokaklarını; kötü kokan suyollarını; her taraftan yayılan sağlıksız havasını; taşradan ve yabancı memleketlerden şehre ticaret ve ekmek parası için gelenlerin yaşadığı, hastalanıp sefalet içinde vefat ettiği boğucu ve loş hanlarını tasvir edeceğim. Eğer bu işe girişiyorsam, İstanbul’dan bihaber olanların, halkın bu konudaki kayıtsızlığını bilmeden, bu devasa şehrin akıl almaz pisliği ve kötü kokusu hakkında yazdıklarımı okumadan hastaneye dair gözlemlerime asla akıl erdiremeyeceği içindir.”

      Marianna Yerasimos’un dikkat çektiği noktalar arasında Paspatis’in sağlık için alınan önlemler hakkında Avrupa şehirleriyle İstanbul’u karşılaştırması da var: “Yazar temiz, havadar ortamların bulaşıcı hastalıkların gerilemesindeki etkisini belirttikten sonra şehrin Müslüman mahalleleriyle gayrimüslim mahallelerini mukayese ediyor: Hıristiyanlar Müslümanlara ait arazileri satın alamadıklarından, Hıristiyan mahallelerinin çoğunlukla sıkışık, boğucu, güneşsiz, pis ve rutubetli, dolayısıyla sağlıksız, oysa daha ferah ve aydınlık olan Müslüman mahallelerinin daha sağlıklı olduğunu açıklıyor. Bu nedenle, dini gerekçelerle mahalleler genellikle ayrı olduğu halde, tertipli Müslüman mahallelerinde çalışan ve yaşayan bakkal, sütçü-muhallebici, bahçıvan, fırıncı gibi kimi Hıristiyan esnafın diğer bölgelerde yaşayan meslektaş ya da dindaşlarına göre daha sağlıklı olduklarını belirtiyor.”

      Sözü daha fazla uzatmadan, kitabın Ortodoks esnafların özelliklerinin anlatıldığı satırlarında gezinmeye başlayalım. Kimler var Paspatis’in esnafları arasında? Rumeli’den, Anadolu’dan, Adalar’dan, Yediadalar’dan, Yunanistan’dan kahveciler, değirmenciler, çerçiler, küfeciler, sakalar, taşçılar, meyhaneciler, ekmekçiler, balıkçılar, aşçılar, kasaplar, zerzevatçılar, salepçiler ve artık ne ismi kalan ne de sanatı icra edilen onlarca meslek erbabı…
       

      Örneğin Karadağlı taşçılar: “Yerin dibini kazmak onların en sevdiği meşgaledir. Karadağlı kazar ve türkü söyler; terleyince bağrını poyrazın esintisine açar ve serinler, fakat geceleri havasız, sakil mekânlarda uyur. Kazmanın yanı sıra keskin bıçak, çoğu zaman tabanca da taşır. Kolay kazanç sağlayacak iş yokluğunda pusu kurar, gece soygunları planlar, para yüzünden hakaret eder, öç almaya amadedir. Bu nevi âdemler her daim Zaptiye Nezareti’nin zindanlarını doldurur.”

      Kırmızı yanaklı “göbekli” kasaplar: “Bu meslek dindaşlarımızın (Ortodokslar) ve Müslümanların elindedir. Müslüman kasaplar çoğunlukla Anadoluludur. Sığır eti satan kasap dükkânlarının tümünü onlar çalıştırır. Sığırlar, hastalıktan ya da yaşlılıktan dolayı çalışamaz hale geldiklerinde mezbahaya gönderilir. Bu yüzden İstanbul sakinleri sığır etini beğenmez. Ekseri kasap dükkânı aynı zamanda mezbahadır. Dükkânın arkasındaki küçük avluda koyunlar beslenir. Kasaplar asla sokakta et satmazlar. Kendileri gibi Arnavut olan ortakları sabahları sokaklarda dolaşıp baş, karaciğer, akciğer ve dalak satarlar. Çoğu kasap güçlü kuvvetli, kırmızı yanaklı, ağır külhanbeyi yürüyüşlü adamlardır. Nadiren ve ancak meslekte uzun yıllar çalıştıktan sonra, Avrupa’daki çoğu meslektaşları gibi göbek bağlarlar.”

      Son olarak meyhanecilerden bahsedip sonrasını mutlaka kitaptan okumanızı tavsiye ederek bitirelim. “Büyük meyhanelere Hıristiyan ve Yahudi mahalleleri dışında asla ruhsat verilmezdi. Devlet meyhaneci esnafının çalışmalarına nezaret eden Müslüman bir kethüda tayin ederdi. Ne zaman rical-i devletten biri meyhanenin önünden geçse, meyhanenin kapıları kapatılır, içerde zevk ü sefa edenler susar, ses soluk kesilirdi. Bu âdetin hilafına hareket edenler cezalandırılırdı. Bütün meyhanelerin kapıcıları vardı. Çoğu mizaç bakımından neşeli, şakacı ayrıca şarapsever ve ayyaşlıkta müşterilerle rekabet eden kapıcılar bir yandan yoldan geçenleri kaba saba şakalarla içeriye buyur ederken, öte yandan içerdekileri de edepsiz el kol hareketleri ve edebe mugayir hikâyelerle eğlendirirlerdi.”

      Hem hekim hem kahveci
      Aynı zamanda hekimlik de yapan kahveciler: “Kahveci ekseriyetle hem berber hem hacamatçı, hem de dişçidir. Kocaman şırıngalar, sülük dolu şişeler, kapısında asılı dişlerden mamul süsler kişinin maharetinin alametleridir. Kahve satışından daha kârlı olan bu işin cazibesine kapılanlar kendilerini cerrah, hekim ilan edip kahve müdavimlerini, ahbap ve komşularını tedavi ederler. Alaylı hekimlerden bazıları zamanla işten el çektiler, dükkânlarını kapattılar veya sattılar. Böylece herkese zarar veren suiistimaller de azalmış oldu.”

      Aleksandros Paspatis kimdir? 
      Aleksandros Paspatis 1814’te Sakız’da doğdu. 1822’de Sakız ayaklanmasının bastırılması sırasında Osmanlılar tarafından esir alındı ve İzmir esir pazarında satışa çıkarıldı. Annesi tarafından satın alınarak kurtarıldı. Daha sonra bir yetim öksüz kafilesiyle Amerika’ya gönderildi ve Amerikalı bir aile tarafından evlat edinildi. Yüksek öğrenimini Massachusetts’teki Amherst College’de yaptı. 1831’de kolejden mezun olunca Pisa ve Paris üniversitelerinde tıp okudu ve 1840’ta İstanbul’a yerleşti. İstanbul’daki ilk görevi, bugün Balıklı Rum Hastanesi olarak bilinen, dönemin Yedikule Rum Hastanesi’nde cerrahi ve patoloji klinik şefliğiydi. Ardından 1851’den 1856’ya kadar hastanenin yöneticilik görevini üstlendi. Paspatis 1882’de Atina’ya yerleşti, 1891 yılında vefat edinceye kadar Yunan sağlık kurumlarında çeşitli görevlerde bulundu. 1877’de İstanbul’da basılan ve Bizans dönemi İstanbul’unun tarihi ve topografyası hakkındaki Bizantine Melete; Topografike ke İstorike adlı kitabından dolayı “bizantinolog” ve tarihçi olarak bilinir. Osmanlı dünyasının önemli hekimlerinden biridir ve İstanbul’da kırk yıl boyunca (1840–1882) hekim olarak hizmet etmesinin yanı sıra tıp, tarih, arkeoloji, dilbilim gibi birçok alanda eser vermiş çokyönlü ve araştırmacı bir kişiliğe sahip bir yazardır. (Marianna Yerasimos’un sunuş yazısından) 

      Rum milletinin hastanesi: Balıklı
      Mariana Yerasimos, Yedikule’deki Balıklı Rum Hastanesi’nin yapılışına ve imparatorluk topraklarında yaşayan Ortodokslar için önemine ve Kırım Savaşı (1854-56) yıllarında hastanenin faaliyetlerine ilişkin de şu bilgileri aktarıyor: “Metnin kaleme alındığı tarihte Balkanlar ve Makedonya’daki Ortodoks Hıristiyanlar İstanbul’daki Patrikhanenin yetkisi altındaydı ve Osmanlı idaresinin dine dayalı millet sistemi uyarınca Bulgar, Arnavut, Hırvat, Karadağlı, tüm diğer Slavlar ve de Makedonlar Rum Ortodoks milletine mensup sayılırlardı. İş bulmak için akın akın İstanbul’a gelen bütün bu insanlar şehrin Ortodoks esnafını oluşturur ve hastalandığında Rum milletinin hastanesinde tedavi görürlerdi. (…)Yedikule’deki Rum Hastanesi’nin inşaatı 24 Temmuz 1836’da (1834 ve 1836’daki büyük veba salgının sona ermesinden sonra) başladı ve 1838’in sonlarına doğru bitti. Hastalar 14 Şubat 1839’da Galata Hastanesi’nden nakledildi. (Bundan önce yine Yedikule’de Rum Ortodoksların 1753’te ahşap olarak inşa edilmiş ve 1793’te yeniden yaptırılmış bir veba hastanesi bulunuyordu.) Kırım Savaşı sona erdiğinde Üsküdar İngiliz Askeri Hastanesi’nden özellikle dizanteri hastaları için önemli ve kullanışlı olan çok sayıda demir karyola satın alındı. Savaş esnasında baş gösteren kolera salgınına ve yiyecek sıkıntısına rağmen hastane sayısız hastanın tedavisini üstlendi.

      Stok Kodu
      :
      k-136
  • Taksit Seçenekleri
    • İş Bankası
      Taksit Sayısı
      Taksit tutarı
      Genel Toplam
      Tek Çekim
      71,25   
      71,25   
      2
      37,05   
      74,10   
      3
      25,18   
      75,53   
      6
      12,83   
      76,95   
      Diğer Kartlar
      Taksit Sayısı
      Taksit tutarı
      Genel Toplam
      Tek Çekim
      71,25   
      71,25   
      2
      -   
      -   
      3
      -   
      -   
      6
      -   
      -   
Kapat