Osmanlıda Bir KöleBretenli Michael Hebererin Anıları, 1585-1588
Çeviri : Türkis Noyan
336 sayfa
1.Baskı: Haziran 2003
Sahaftan Seçmeler Dizisi
Almanya'nın Bretten şehrinden Michael Heberer, 1583 yılında Akdeniz'de Osmanlılara esir düştü. Yıllarca Osmanlı kadırgalarında forsa olarak kürek çekti. Esaretinin bir bölümü İstanbul'da geçti. Fidye karşılığı azatlığını kazandıktan sonra Galata ve sur içinde İstanbul'un sokaklarını keşfe çıktı. Anıları 1610'da Heidelberg'te yayınlandı. Bu anılar 393 yıl sonra, değerli Osmanlı tarihçisi Suraiya Faroqhi'nin önsözüyle okurların karşısına çıkıyor. Kadırgada forsa yaşamı, deniz savaşları, Osmanlı hamamları, Müslüman ve Rum kadınların giyimleri, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, amirallik kadırgasının denize indirilişi, limanda cayır cayır yanan bir kadırga, kentte veba salgını, Bedesten'de ticaretin zenginliği, İstanbul'un sokakları, 1811'de yıkıldığı için hiç göremediğimiz Arkadios Sütunu, günümüzün Galatasaray Lisesi'nin atası sayılabilecek olan Galata Sarayı Ocağı ve nihayet padişahın ava çıkışı? İşte Heberer'in anılarından bu av sahnesi: "Nihayet Türk Hükümdarı şahane görünümü ve görkemiyle uzakta belirdi. En önde yeniçerilerin komutanı güzel bir ata binmiş olarak geliyordu. Atın eğer takımı altın kaplamaydı ve değerli taşlarla bezenmişti, giysisi altın ve gümüş tellerle işlenmiş çiçekli bir kumaştan yapılmıştı ve başında çok güzel, bembeyaz, kocaman bir tuğ vardı. Onun peşinden belki yüz kadar yeniçeri gelmekteydi. Daha sonra üç yüksek rütbeli bey bunları izledi. Hepsi sırma işlemeli kıyafetleri ve kavuklarıyla çok haşmetli görünüyorlardı. Bunların arkasından hükümdar gelmekteydi. Vezirin solunda ilerliyordu. Üzerinde altın iplikle dokunmuş bir giysi vardı ve olağan üstü güzel bir ata binmişti. Eğer ve koşum takımları hiçbir ölçüye sığmayacak kadar değerliydi. Kavuğun üstündeki tuğ tıpkı siyah kırlangıçların tüylerine benziyordu. Tuğun etrafı değerli taşlarla çevriliydi. Ama hükümdar tuğu aşağıya doğru döndürmüştü. Hükümdarın yanı sıra, elli adım kadar mesafede kırk uşak koşturmaktaydı. Bunların üzerinde çok gösterişli, elişi giysiler vardı, eteklerinin her iki ucunu yukarı kıvırmışlardı. Uşaklar halkın hükümdara elli altmış adımdan fazla yaklaşamamasını sağlayarak ona yol açıyorlar, bir yandan da "sauli, sauli" [savulun, savulun] diye bağırıyorlardı?
Yusuf Ziya Cömert
Karar Gazetesi
18 Şubat 2024
İyi ve kötü ‘ecdat’
Tarihi ayıklamayı severiz. Adalet, mertlik, merhamet, cömertlik, yiğitlik, her türlü iyilik bu tarafa, zulüm, ihanet, namertlik, her türlü kötülük çöpe.
‘Ecdat’ iyidir. Eh, biz de o ‘ecdat’ın torunlarıyız, biz de iyiyiz.
Ecdat’ın iyi olması tek başına bizi iyi yapmaya yetermiş gibi!
Doğrusu, atalarımız arasında iyilerin de kötülerin de var olduğudur.
İyilere benzemeye çalışmak, kötülerin kötülüklerini işlemekten kaçınmak, geçmişe ibretle bakmak elbette faydalıdır.
Ama bütün zamanlar kendi iyisini ve kendi kötüsünü yetiştiriyor. Şimdiki zaman da…
Bir süredir iki esirin hatıralarını okuyorum.
İkisi de Kitap Yayınevi tarafından basılmış.
Biri 3. Murat döneminde Roma Germen İmparatoru 2. Rudolf’un elçisi olarak İstanbul’a gelen Friedrich Von Kreckwitz’in heyetinde eczacı olarak görev yapan Friedrich Seidel’in hatıraları. “Sultan’ın Zindanında” adıyla yayımlanmış. 1585-88 arasında 3 yıllık bir dönemi kapsıyor.
Diğeri, Malta şövalyelerinden birinin maiyetindeyken Akdeniz’de Osmanlı donanmasıyla bir çatışma sırasında esir düşen Brettenli Michael Heberer’e ait. “Osmanlıda Bir Köle.” 1591-96 yılları arasında geçiyor.
Seidel’in ‘kötü adam’ı sadrazam Koca Sinan Paşa.
Baktım, gerçekten ‘kötü adam’ mı diye. Başarılı bir vezir. Döneminin kuvvetli paşaları Lala Mustafa Paşa ve Ferhat Paşa ile giriştiği rekabet sebebiyle siyasi ayak oyunları konusunda bir tecrübe kazanmış.
Yemen’de isyanları bastırmış, Tunus’un İspanyollardan geri alınmasında büyük rolü var.
Beş defa azledilmiş her defasında yeniden atanmanın yolunu bulmuş. Azledildiği zaman hep Malkara’ya gönderilmiş.
Terekesi çok kalabalık.
Liste 600 bin düka altını, 2 milyon 900 bin nakit akçe, 29 yük kıymetli taş diye başlıyor. 600 adet samur kürk, 600 adet vaşak kürk, 34 adet altın üzengi diye devam ediyor.
Günümüzdeki vezirlerin malvarlığıyla kıyaslanabilir mi bilmiyorum.
Mamafih, ölümünden sonra servetine el konulmuş.
(Osmanlı’daki önce devşirme paşaları sonra bütün yüksek bürokrasiyi kapsayan bu müsadere uygulamasının mantıklı tarafları var.)
Sinan Paşa, Alman elçi Kreckwitz İstanbul’dayken sadaret görevine iade ediliyor. Elçi de Sinan Paşa’yı kutlamak için makamına gidiyor.
Tercümanına “Paşaya söyleyiniz ki ben onun yönetime gelmiş olmasına çok sevindim ve saygıdeğer efendimiz Majesteleri Roma İmparatoru da bu habere memnun olacaklardır. Bu vesileyle paşa hazretlerine sağlıklı bir ömür ve yönetimini uzun yıllar başarıyla sürdürmesini dilerim” diyor.
Sinan Paşa öfkeleniyor ve elçiyi “Benim yönetime gelmiş olmamdan Beç Padişahı ve Viyana Kayseri nasıl memnun olabilir?” diyerek azarlıyor.
Sonra?
Sonra esir ediliyorlar.
Zindana tıkılıyorlar.
Taş taşıyan gemilerde forsa olarak kullanılıyorlar.
Seidel, gördükleri kötü muameleleri de iyi muameleleri de anlatıyor.
Mesela, henüz esir edilmemişken yanlarına gelen Zaradetzky adlı bir yolcunun ülkesine dönerken yaptığı halı alışverişinden sonra muhatap oldukları erdemli bir davranışı not ediyor.
“Bay Zaradetzky halılarını satın alıp dükkandan ayrıldıktan bir süre sonra dükkan sahibi müşterisinin dukalarla dolu para kesesini orada unutmuş olduğunu fark etmiş. Adam telaş içinde hemen dükkanını kapatıp yollara düşmüş ve her rastladığına yanında halı taşıyan biri ile yan yana yürüyen bir hacı görüp görmediğini sormuş. Çünkü halılarını tercümanına taşıtmakta olan Bay Zaradetzky tıpkı Araplar gibi hacı giysisiyle ortalıkta dolaşıyordu. Türk halı tüccarı nihayet aradığı iki kişinin “Alman Eve”ne girdiklerini öğrenince hemen bizim konutumuza gelip Bay Zaradetzky ile konuşmak istediğini söyledi. Zaradetzky aranmasının nedenini bilmediğinden önce büyük bir telaşa kapıldı ama Türk halı tüccarını karşısında görünce o da kendisine “Efendi, sen benim dükkanımdan halı satın aldın ve para keseni bırakıp gittin.
Ben de sana onu getirdim” deyince Bay Zaradetzky hemen elini para kesesine attı ve halı tüccarının doğru söylediğini anladı. Bunun üzerine halı tüccarına bir düka armağan etmek istediyse de o bunu kesinlikle kabul edemeyeceğini söyledi. Sadece ileride kendisinden daha çok halı satın alınmasını sağlamasını rica etti. Dükkanında unutulmuş parayı hatta o paranın bir kısmını bile almanın vicdanı ile bağdaşmayacağını açıkladı. Buna benzer dürüst davranışlara ben de Türklerde sık sık rastladım ve bunlardan sırası geldikçe söz edeceğim.”
Bugün turist kazıklamayı bir sanat haline getirmiş olan uyanıklar bu halı tüccarının ahfadı mıdır acaba?
Ya da o esnaf, bu uyanıkların ecdadı mıdır?
Kim bilir?
‘İyi ve kötü ecdat’ devam edecek.
https://www.karar.com/yazarlar/yusuf-ziya-comert/iyi-ve-kotu-ecdat-1599022
- Açıklama
- Michael Heberer von Bretten
Çeviri : Türkis Noyan
336 sayfa
1.Baskı: Haziran 20033.Baskı: Ekim 2016350.₺
Sahaftan Seçmeler DizisiISBN: 978-975-8704-29-3
Almanya'nın Bretten şehrinden Michael Heberer, 1583 yılında Akdeniz'de Osmanlılara esir düştü. Yıllarca Osmanlı kadırgalarında forsa olarak kürek çekti. Esaretinin bir bölümü İstanbul'da geçti. Fidye karşılığı azatlığını kazandıktan sonra Galata ve sur içinde İstanbul'un sokaklarını keşfe çıktı. Anıları 1610'da Heidelberg'te yayınlandı. Bu anılar 393 yıl sonra, değerli Osmanlı tarihçisi Suraiya Faroqhi'nin önsözüyle okurların karşısına çıkıyor. Kadırgada forsa yaşamı, deniz savaşları, Osmanlı hamamları, Müslüman ve Rum kadınların giyimleri, Kaptan-ı Derya Kılıç Ali Paşa, amirallik kadırgasının denize indirilişi, limanda cayır cayır yanan bir kadırga, kentte veba salgını, Bedesten'de ticaretin zenginliği, İstanbul'un sokakları, 1811'de yıkıldığı için hiç göremediğimiz Arkadios Sütunu, günümüzün Galatasaray Lisesi'nin atası sayılabilecek olan Galata Sarayı Ocağı ve nihayet padişahın ava çıkışı? İşte Heberer'in anılarından bu av sahnesi: "Nihayet Türk Hükümdarı şahane görünümü ve görkemiyle uzakta belirdi. En önde yeniçerilerin komutanı güzel bir ata binmiş olarak geliyordu. Atın eğer takımı altın kaplamaydı ve değerli taşlarla bezenmişti, giysisi altın ve gümüş tellerle işlenmiş çiçekli bir kumaştan yapılmıştı ve başında çok güzel, bembeyaz, kocaman bir tuğ vardı. Onun peşinden belki yüz kadar yeniçeri gelmekteydi. Daha sonra üç yüksek rütbeli bey bunları izledi. Hepsi sırma işlemeli kıyafetleri ve kavuklarıyla çok haşmetli görünüyorlardı. Bunların arkasından hükümdar gelmekteydi. Vezirin solunda ilerliyordu. Üzerinde altın iplikle dokunmuş bir giysi vardı ve olağan üstü güzel bir ata binmişti. Eğer ve koşum takımları hiçbir ölçüye sığmayacak kadar değerliydi. Kavuğun üstündeki tuğ tıpkı siyah kırlangıçların tüylerine benziyordu. Tuğun etrafı değerli taşlarla çevriliydi. Ama hükümdar tuğu aşağıya doğru döndürmüştü. Hükümdarın yanı sıra, elli adım kadar mesafede kırk uşak koşturmaktaydı. Bunların üzerinde çok gösterişli, elişi giysiler vardı, eteklerinin her iki ucunu yukarı kıvırmışlardı. Uşaklar halkın hükümdara elli altmış adımdan fazla yaklaşamamasını sağlayarak ona yol açıyorlar, bir yandan da "sauli, sauli" [savulun, savulun] diye bağırıyorlardı?***Yusuf Ziya Cömert
Karar Gazetesi
18 Şubat 2024
İyi ve kötü ‘ecdat’
Tarihi ayıklamayı severiz. Adalet, mertlik, merhamet, cömertlik, yiğitlik, her türlü iyilik bu tarafa, zulüm, ihanet, namertlik, her türlü kötülük çöpe.
‘Ecdat’ iyidir. Eh, biz de o ‘ecdat’ın torunlarıyız, biz de iyiyiz.
Ecdat’ın iyi olması tek başına bizi iyi yapmaya yetermiş gibi!
Doğrusu, atalarımız arasında iyilerin de kötülerin de var olduğudur.
İyilere benzemeye çalışmak, kötülerin kötülüklerini işlemekten kaçınmak, geçmişe ibretle bakmak elbette faydalıdır.
Ama bütün zamanlar kendi iyisini ve kendi kötüsünü yetiştiriyor. Şimdiki zaman da…
Bir süredir iki esirin hatıralarını okuyorum.
İkisi de Kitap Yayınevi tarafından basılmış.
Biri 3. Murat döneminde Roma Germen İmparatoru 2. Rudolf’un elçisi olarak İstanbul’a gelen Friedrich Von Kreckwitz’in heyetinde eczacı olarak görev yapan Friedrich Seidel’in hatıraları. “Sultan’ın Zindanında” adıyla yayımlanmış. 1585-88 arasında 3 yıllık bir dönemi kapsıyor.
Diğeri, Malta şövalyelerinden birinin maiyetindeyken Akdeniz’de Osmanlı donanmasıyla bir çatışma sırasında esir düşen Brettenli Michael Heberer’e ait. “Osmanlıda Bir Köle.” 1591-96 yılları arasında geçiyor.
Seidel’in ‘kötü adam’ı sadrazam Koca Sinan Paşa.
Baktım, gerçekten ‘kötü adam’ mı diye. Başarılı bir vezir. Döneminin kuvvetli paşaları Lala Mustafa Paşa ve Ferhat Paşa ile giriştiği rekabet sebebiyle siyasi ayak oyunları konusunda bir tecrübe kazanmış.
Yemen’de isyanları bastırmış, Tunus’un İspanyollardan geri alınmasında büyük rolü var.
Beş defa azledilmiş her defasında yeniden atanmanın yolunu bulmuş. Azledildiği zaman hep Malkara’ya gönderilmiş.
Terekesi çok kalabalık.
Liste 600 bin düka altını, 2 milyon 900 bin nakit akçe, 29 yük kıymetli taş diye başlıyor. 600 adet samur kürk, 600 adet vaşak kürk, 34 adet altın üzengi diye devam ediyor.
Günümüzdeki vezirlerin malvarlığıyla kıyaslanabilir mi bilmiyorum.
Mamafih, ölümünden sonra servetine el konulmuş.
(Osmanlı’daki önce devşirme paşaları sonra bütün yüksek bürokrasiyi kapsayan bu müsadere uygulamasının mantıklı tarafları var.)
Sinan Paşa, Alman elçi Kreckwitz İstanbul’dayken sadaret görevine iade ediliyor. Elçi de Sinan Paşa’yı kutlamak için makamına gidiyor.
Tercümanına “Paşaya söyleyiniz ki ben onun yönetime gelmiş olmasına çok sevindim ve saygıdeğer efendimiz Majesteleri Roma İmparatoru da bu habere memnun olacaklardır. Bu vesileyle paşa hazretlerine sağlıklı bir ömür ve yönetimini uzun yıllar başarıyla sürdürmesini dilerim” diyor.
Sinan Paşa öfkeleniyor ve elçiyi “Benim yönetime gelmiş olmamdan Beç Padişahı ve Viyana Kayseri nasıl memnun olabilir?” diyerek azarlıyor.
Sonra?
Sonra esir ediliyorlar.
Zindana tıkılıyorlar.
Taş taşıyan gemilerde forsa olarak kullanılıyorlar.
Seidel, gördükleri kötü muameleleri de iyi muameleleri de anlatıyor.
Mesela, henüz esir edilmemişken yanlarına gelen Zaradetzky adlı bir yolcunun ülkesine dönerken yaptığı halı alışverişinden sonra muhatap oldukları erdemli bir davranışı not ediyor.
“Bay Zaradetzky halılarını satın alıp dükkandan ayrıldıktan bir süre sonra dükkan sahibi müşterisinin dukalarla dolu para kesesini orada unutmuş olduğunu fark etmiş. Adam telaş içinde hemen dükkanını kapatıp yollara düşmüş ve her rastladığına yanında halı taşıyan biri ile yan yana yürüyen bir hacı görüp görmediğini sormuş. Çünkü halılarını tercümanına taşıtmakta olan Bay Zaradetzky tıpkı Araplar gibi hacı giysisiyle ortalıkta dolaşıyordu. Türk halı tüccarı nihayet aradığı iki kişinin “Alman Eve”ne girdiklerini öğrenince hemen bizim konutumuza gelip Bay Zaradetzky ile konuşmak istediğini söyledi. Zaradetzky aranmasının nedenini bilmediğinden önce büyük bir telaşa kapıldı ama Türk halı tüccarını karşısında görünce o da kendisine “Efendi, sen benim dükkanımdan halı satın aldın ve para keseni bırakıp gittin.
Ben de sana onu getirdim” deyince Bay Zaradetzky hemen elini para kesesine attı ve halı tüccarının doğru söylediğini anladı. Bunun üzerine halı tüccarına bir düka armağan etmek istediyse de o bunu kesinlikle kabul edemeyeceğini söyledi. Sadece ileride kendisinden daha çok halı satın alınmasını sağlamasını rica etti. Dükkanında unutulmuş parayı hatta o paranın bir kısmını bile almanın vicdanı ile bağdaşmayacağını açıkladı. Buna benzer dürüst davranışlara ben de Türklerde sık sık rastladım ve bunlardan sırası geldikçe söz edeceğim.”
Bugün turist kazıklamayı bir sanat haline getirmiş olan uyanıklar bu halı tüccarının ahfadı mıdır acaba?
Ya da o esnaf, bu uyanıkların ecdadı mıdır?
Kim bilir?
‘İyi ve kötü ecdat’ devam edecek.
https://www.karar.com/yazarlar/yusuf-ziya-comert/iyi-ve-kotu-ecdat-1599022
Stok Kodu:k-5
- Taksit Seçenekleri
- İş BankasıTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim245,00245,002127,40254,80386,57259,70644,10264,60Diğer KartlarTaksit SayısıTaksit tutarıGenel ToplamTek Çekim245,00245,002--3--6--